Okulumuzu Yaptıran Hayırsever ve Ailesi

Okulumuzu Yaptıran Hayırsever ve Ailesi

Okulumuzu Yaptıran Hayırsever ve Ailesi ile ilgili genel bilgiler içeren bölüm.

14.06.2013 2170

Şöhretoğulları Niksar'ın büyük ve köklü ailelerinden biridir. Bu aileden Hacı Dede olarak bilinen Hacı Ahmet Efendi, çocukluğunda fizik olarak son derece zayıf ve çelimsizdir. Buna rağmen 19. yüzyılın sonlarında medresede öğrenim gören babası Hacı Salih Ağa ile beraber hacca gittiği için,  küçük yaştan itibaren "Hacı" sıfatını almıştır.

Küçük Ahmet'in çok zayıf ve çelimsiz olmasına rağmen babası tarafından hacca götürülmesi ailenin diğer bireylerini bir hayli endişelendirmiştir. Çünkü o yılların koşullarında hacca gitmek zor ve meşakkatli bir iştir. Uzun süren yolculuktan dönüşte, Samsun'da vapurdan inerken Ahmet'in babası Hacı Salih Ağa ölür ve orada bir cami avlusuna defnedilir.(1) Hacı Ahmet tek başına Niksar'a gelir. Birkaç yıl sonra da –erken sayılacak bir yaşta- akrabaları olan Bektaşoğullarından Hulûsi Efendi'nin halası Fatma Hanım'la evlenir. Bu evlilikten doğan dört çocuğun en büyüğü ve tek erkek olanı Salih Remzi Ünlü'dür.

İlkokulu (mekteb-i iptidai) Niksar'da okuyan Salih Remzi'yi ailesi tek erkek çocuk olduğu için daha fazla okutmak istemezler. Çünkü Niksar'da ilkokul sonrası gideceği başka okul yoktur ve ailesi de onu gurbete göndermek yerine ticaretle uğraşmasını ister.

Ancak bir gün Salih Remzi ailesinden habersizce okumak için Niksar'dan kaçar. İlk gittiği yer Harput(Elazığ) tur. Ortaokulu (mekteb-i rüşdî) orda bitiren Salih Remzi, orta tahsilinin bir kısmını (mekteb-i  i'dadî) Trabzon,  bir kısmını da İstanbul'da tamamlayıp, o zamanın en gözde yüksek okulu (mekteb-i âli) olan Teknik Okul'un inşaat fakültesi bölümüne girer.

19.yy'ın sonlarındaki Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik ve sosyal durumu düşünüldüğünde, küçük bir çocuğun okuma aşkıyla evinden kaçarak, hem çalışıp yaşamını sürdürmesi hem de bir taraftan öğrenim görmesinin ne kadar zor olduğu kolayca anlaşılır.

Oğullarının özlemiyle anne Fatma Hanım'la babası Hacı Ahmet Efendi de zor günler geçirmektedirler. Oğluna yazdığı bir mektupta Hacı Ahmet Efendi, "...senin hasretinden gözlerimiz nem-nâk oldu"(2) der.

Salih Remzi, o dönemde Niksar'da yüksek öğrenim gören birkaç kişiden biri –belki de- ilkidir.(3)

Devr-i Hürriyet'in başlarında (Osmanlı Devleti'nde kanun-ı Esasi'nin yeniden yürürlüğe konduğu 23 Temmuz 1908'den meclisin kapatıldığı 21 Aralık 1918'e değin süren anayasalı ve parlamentolu yönetim dönemi) Salih Remzi Bey genç bir mühendistir ve İstanbul Şehr-emâneti'de (İstanbul Belediyesi) Osmanlı'nın bir memurudur.

Avusturya veliaht prensi Franz Ferdinand'la karısının 28 Haziran 1914'te Bosna'da öldürülmesiyle başlayan Birinci Dünya Savaşı sırasında Salih Remzi Kars'ta ihtiyat zâbiti (yedek subay) olarak askerliğini yapmaktadır.

Alman muhripleri "Goeben" ve "Breslau" nun Çanakkale Boğazı'nı geçerek 10 Ağustos'ta Marmara'ya girip, İstanbul'daki havayı Alman yanlısı Enver Paşa lehine çevirmesi, muhriplerin Osmanlıya satılmış gibi gösterilerek Yavuz ve Midilli adı altında Karadeniz'e açılarak Odessa ve öteki Rus limanlarını bombalaması üzerine 1 Kasım'da Rusya Osmanlı'ya savaş açar. İhtiyat Zabiti Salih Remzi de kendini savaşın içinde bulur, Ruslar'a esir düşer.

1917 devrimiyle başlayan süreç içerisinde Ruslar Kars'tan çekilmeden önce, Esir-Mühendis Salih Remzi'ye, Kars'ın inşaa ve onarılmasında görev verirler. Devrim sonrası çekilirlerken de Salih Remzi'yi beraberlerinde götürürler.

Salih Remzi yıllar sonrası, yedi yıl süren Sibirya'daki esaret günlerini, kendisi gibi mühendis olan, kız kardeşi Halise Özbay'ın torunu Ziya Ünal Özbay'a şöyle anlatır:

"1917 yılında Rus askeri Kars'tan çekilirken, bizleri de beraber götürdüler. İlkönce Batum'a gittik. Batum'da bir kısım esirleri serbest bıraktılar. Ancak kendi işlerinde kullanabilecekleri teknik işlerden anlayan nitelikli esirlerini salıvermediler. Ben Batum'da bir ara tesadüfen Niksar'da mahallelim olan Kadayıfçılar'ın Abdullah Efendi'yi gördüm. Ayaküstü kısaca görüştük. Abdullah Efendi serbest bırakılan esirlerdendi. Benim Ruslar'ın elinde olduğumu, Niksar'a dönünce aileme o söylemiş.

            Yedi yıl süren Sibirya'daki esaretimin ilk üç yılında, altı ayda bir memlekete sağlık durumumu bildiren bir kart göndermeme müsaade ettiler. Daha sonra ise haberleşmeyi yasakladılar. Bu arada beni Sibirya'daki çeşitli kentlerde teknik eleman olarak çalıştırdılar.  Ben esaretim boyunca hiç ümidimi kesmedim. Kendimi kapıp koyvermedim. Kılığıma kıyafetime özen gösterdim. Hergün tıraş oldum. Bu arada Rusçayı da öğrendim.

            Herhalde diğer esirlerden farklı olan bu yanımla dikkatlerini çekmiş olmalıyım ki, kamp komutanının eşi ve kızı bana mültefit davranıyorlar, beni kollayıp koruyorlardı.

            Esaretimin yedinci yılı biterken, ailesi bana çok yakınlık gösteren bu kamp komutanının başka bir yere tayini çıktı. Bir gün komutanın eşi ve kızı bana: "Biz buradan gidiyoruz. Giderken seni de, gizlice bu esaretten kurtarmayı düşünüyoruz. Seni trende eşyalarımızın arasına saklayıp, Türk sınırına yakın bir yerde bırakacağız. Ondan sonra sen başının çaresine bakarsın" dediler.  İlkönce bunu şüpheyle karşıladım. Ama sonradan bu teklife "evet" dedim.(4)

            Beni trenden indirdiklerinde her taraf kış-kıyametti. Hava buz gibi soğuktu. İki gün aç susuz yürüdüm. Sonunda kendimi kaybetmişim.

            Gözlerimi açtığımda, kendimi, bir ahırda, gübre yığınının içine gömülmüş halde buldum. Beni donmak üzere iken bulan Türk köylüleri imiş. Bana büyük ilgi gösterdiler. İyi oluncaya kadar baktılar, misafir ettiler. Onların iyiliğini hiç unutamam. Sonra da bana bir at vererek memleketime doğru yolcu ettiler."

            Bir ay sonra Salih Remzi Bey yorgun, perişan bir halde Niksar'a girerken, kendisini ilk önce, çocukluk arkadaşı, Bardakçıoğullarından Bâbap Recep Efendi görür. (Recep Efendi,  Gazi Ahmet İlkokulu'nda hizmetliydi.) Hemen Arasta Kahvesi'nde oturmakta olan babası Hacı Ahmet Efendi'ye müjde verir. Hacı Ahmet Efendi çok şaşırır. Çünkü dört yıl oğlundan haber alamayınca aile olarak onun öldüğüne karar vermişler ve ruhu için mevlit bile okutmuşlardır. Ama Hacı Ahmet Efendi'nin yüreğinin bir köşesinde hâlâ bir ümit olmalı ki,  "Eğer oğlum sağ salim evine dönerse bir inek kurban edeceğim" şeklinde de bir vaadi vardır.

Salih Remzi eve girmeden önce bu söz yerine getirilir. Ancak bu arada, öldü zannettiği oğlunu canlı olarak karşısında gören anne Fatma Hanım'ın sevinç ve şaşkınlıktan dili tutulur. (Fatma Hanım ömrünün sonuna kadar bu şekilde kalır.)

Salih Remzi Ünlü eşi ve kızı ile

Bir süre Niksar'da kalan Mühendis Salih Bey İstanbul'a dönmeğe karar verir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin, İstanbul Belediyesi kadrosunun içinde yer alır.

Birçok önemli projeye imza atan Salih Remzi Bey, bir ara belediyeden ayrılarak serbest müteahhitlik yapmak ister. Ancak çok dürüst ve titiz yapısı gereği bu işi yapamayacağını anlayarak tekrar resmi görevine döner.

Yeni görevi Yıldız Teknik Okulu'ndadır. Bu okulun öğretim görevlisidir ve emekli oluncaya kadar da bu görevde kalacaktır.

Görevi sırasında kimseye farklı davranmaz. Dürüst ve çalışkandır. Hiç kimseden hak etmediği bir şeyi talep etmez ve hak etmeyene de hiç yardımcı olmaz. Örneğin öz kız kardeşlerinin çocukları öğretim görevlisi olduğu okulun sınavlarına girerler. Ancak Salih Remzi Ünlü onlara bile aracılık yapmaz. (Bu iki yeğeninden biri eczacı Sıtkı Şöhretoğlu, diğeri de merhum Ziraat Mühendisi Necmettin Özbay'dır.)

Bir gün dersi kaynatmak isteyen öğrencileri tahtaya yumurta akı sürerek, tebeşirle yazı yazılmasını önlemek istemişler. Durumu gören Remzi Bey,  "Arkadaşlar, devlet bu dersi işlemek için bana para veriyor. Bu 45 dakikayı boş geçirirsem aldığım para haram olur" diyerek bir sandalye üzerine çıkıp tahtanın yumurta akı sürülmemiş kısmını kullanarak dersini işler.(5)

2525 sayılı soyadı yasasının çıktığı 21 Haziran 1934 te, aile lâkabı olan Arapça  "şöhret" sözcüğünün Türkçesi olan "ünlü" sözcüğünü soyadı olarak alır.

Bir süre Tatavla'da (Kurtuluş) bir Rus madamın evinde pansiyoner olarak yaşayan Salih Remzi  –ki, bu madamla bir de gönül ilişkisi olduğu söylenir-  bilim adamlığının yanı sıra entelektüel kesimle de iç içe bir yaşam sürmektedir. Örneğin ulusal kültürümüzün gelişmesinde büyük emeği olan, bir dönem milletvekilliği de yapan yazar ve edebiyat tarihçisi Agâh Sırrı Levend ve l998 yılında, 92 yaşında kaybettiğimiz hocaların hocası, Yahya Kemal'in en yakın dostlarından olan edebiyat öğretmeni Salim Rıza Kırkpınar samimi arkadaşı ve akşamları kurdukları çilingir sofralarını paylaştığı bir dostudur.

Kurtuluş'taki Rus madamdan ve evinden ayrıldıktan sonra kaldığı bekâr evine bir kış akşamı döndüğünde, evin soğukluğuna ve dağınıklılığına bakarak evlenmeye karar verir. Ve hemen,  meslektaşı ve Yıldız Teknik'in müdürü olan Vakkas Aykut Bey'in baldızı Fevziye Hanım'la evlenir. Tarih, 2. Dünya Savaşı yıllarıdır. Yaşı ellidir. Bu evlilikten Semra isimli bir kızı olur. (Semra Evyap, Duru ve Arko sabun fabrikalarının sahibi Fikret Evyap'la evlidir.)

 

Okulumuzun ismi de merhum Fevziye Hanım ve Salih Beylerin isimleridir. Kızları Semra Evyap tarafından yaptırılan okulumuz 17 Aralık 2013 tarihinde eğitim öğretime açılmıştır.